BUGÜN EHL-İ BEYT’İN -SEYYİD VE ŞERİFLERIN BABASI HZ.ALİ (K.V.)’NIN DOĞUM GÜNÜDÜR…İYİ-Kİ DOĞDUN EY ALLAHIN GALİP ARSLANI…

0
197

Allah’u taâlâ’nın galip arslanı şahı velayet, âl-i âbanın babası Hz.Ali (k.v. Hicretten yirmi üç yıl evvel böylesi bir Receb ayının 13. günü Kâbe’de dünyaya geldi.

Evet; Hz.Âdem’den (as) Hz.İbrahim’e (as) nice salih ve saliha kulun işaretlerini taşıyan Beytullah, ilk kez bir beşerin doğumuna beşiklik etmişti.Nitekim Kâbe’de doğan bebeğe yücelik timsali manasında “ALİ” ismi koyuldu.

Tarih, onu babasının künyesine atıfla “ALİ BİN EBÛ TALİB” olarak kaydetti. Sahi, Alemlere Rahmet Efendimiz (sav) gibi O (kv) da Hz.Abdulmuttalib’in torunuydu ve dahi ÂL-İ İBRAHİM’di.

Nübüvvet izhar olduğunda henüz on yaşındaydı.Tereddütsüz Resûlullah’a (sav)’e iman etmişti. Günaha bulaşmadan imanla tanıştığı için sonraki nesiller ismi her anıldığında onun için “Kerrem’Allahû-Veche / Allah onun yüzünü ak-pak etsin” demeyi edep saydılar.

Resûlullah (sav), içlerinde amcaları ve yetişkin amcazadelerinin bulunduğu yakın akrabalarına tebliğde bulunduktan sonra “Kim bu yolda yardımcım olmak ister?” diye her sorduğunda bu meşakkatli yükümlülüğü kabul eden tek kişi, henüz 13-14 yaşlarındaki Hz.Ali (kv) olmuştu.

Keza Medine’ye hicret etme arefesinde Resûlullah (sav) Hz.Ali’yi (kv) hem kendi yerine yatırmış, hem de Mekke’deki tüm şahsî işlerini Ona havale etmişti. Böylelikle Hz.Ali (kv) artık Peygamber Efendimize (sav) nispetle “VÂSİ-İ NEBİ” sıfatıyla anılmaya başlamıştı.

Hicret sonrasında Ensar ve Muhacir birer birer kardeş-musahib ilan edildiğinde Resûlullah (sav) Hz.Ali’yi (kv) kendisine ayırdığı için “NEBİ’NİN KARDEŞİ” lakabıyla da anıldı.

Resûlullah (sav), Onu kızı Fatımatü’z-Zehra (ks) ile evlendirince NÜBÜVVET EVİNİN DAMADI olan Hz.Ali (kv), büyük oğlu dünyaya teşrif buyurduğunda EBU’L-HASAN künyesine kavuştu ve “EVLÂD-I RESÛL’ÜN BABASI” oluverdi.

“Ey Ehl-i Beyt! Şüphesiz ki; Allah sizi her türlü kirden arındırıp tertemiz kılmak diler.” ayeti nâzil olduğunda Nübüvvet Âbasının altına çağrılmıştı. Gayrı o, “HAMSE-İ ÂLİ ÂBA”dandı.

O; Allah ve Resûlünden razıydı, Allah ve Resûlü de ondan. Bundan sebep “MURTEZA” ismiyle de anılageldi.

Cihat meydanlarında “ALLAH’IN ASLANI / ESEDULLAH” olarak belirmişti. Saldırı anındaki aslana kinayeyle “HAYDAR” mahlasıyla da meşhurdu.

Böylesi savaşların birinde Resûlullah, onun için “LA FETA İLLA ALİ, LA SEYFE İLLA ZÜLFİKÂR / Ali gibi feta (yiğit), Zülfikâr gibi kılıç yoktur” buyurmuştu.

Nitekim Mekke’nin fethedildiği gün Resûlullah, Onunla birlikte Kâbe’ye girip içerideki putlardan Allah’ın Evini temizlemişti. Put kırıcı İbrahim Halilullah’a “Feta” diyen Kuran, son putu kıran Hz.Ali’nin de “FETA” oluşuna şahitlik etmişti.

Güneş misal Habibullah’a nispetle “AY/KAMER” olarak da şiar bulmuştu.

Mübahale Ayetinde “RESÛLULLAH’IN ENFÜSÜ” olarak işaret edilmişti.

Kendisini “İlmin Şehri” olarak bildiren Nebi (sav), kardeşi ve enfüsi hakikati mertebesindeki Hz.Ali için “İLMİN KAPISI” buyurmuştu.

Allah ve Resûlünün tercihiyle daha nice isim, künye, makam ve sıfata mazhar olan Hz.Ali (kv); o meşhur ifadesinde kendisini şöyle tarif ediyordu:

“Tüm Kitapların hakikati Kuran’dadır. Kuran Fatiha’dadır. Fatiha, Besmelede; Besmele ise BE harfinde toplanmıştır. İşte ben, BE’nin altındaki o ‘NOKTA’yım…”

İlim Kapısının aralandığı böylesi bir günün hürmetine Rabb-i Rahîm, bizleri de BE’NİN NOKTASI ile mana bulan hikmetlerle nimetlendirsin!..

Mücadele ahlâkının ve hakkı-hakikati seçecek hikmetin kapısı hükmündeki ŞAH-I VELÂYET ile bizleri de ilimlendirsin, ahlâklandırsın!..

Sözün sonu dervişlerin dilinden..

“Ali’yi sevmeyen Hakk’ın nesidir? Seversen Ali’yi, değme yâreme!..”

-Allah’ın selamı ve rahmeti Onun ve sevdiklerinin üzerine olsun.Yüce rabbim onu ve evlatlarını sevenleri mahşer günü kol kola cennetine koysun inşallah.