KUR’AN-I KERİMDE TATHİR AYETİ AHZÂB SURESİ 33 VE MEVEDDET AYETİ ŞÛRÂ SURESİ 23 !

0
452

Yüce Allah (cc) Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
Ey Ehl-i Beyt,Allah sırf sizden kiri uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor Ahzâb: 33.
Âyette “rics” denilen şeyin Eh-i Beyt’ten uzak tutulacağı ve onların tertemiz edileceği bildirildiğinden, buna“Tathîr âyeti” denmiştir. Rics, kendisinde iğrenilen maddî ve manevî bütün pisliklere,
bu arada günah ve çirkin olan her davranışa verilen ortak bir isimdir. Demek ki Yüce Allah (cc) bu ilâhî fermanıyla “Ehl-i Beyt”te kir leke namına bir şey bırakmayacağını, onları bütün günah ve kusurlardan uzak tutup arındıracağını taahhüt etmektedir.
Ehl-i Beyt Kimdir?
Tathîr âyetinde sözü edilen,Arapça’da kısaca “ev halkı” anlamına gelen Eh-i Beyt”ten kastın kimler olduğu öteden beri tartışmalıdır. Bazıları,ilgili âyetin Hz.Peygamber’in (s.a.a) hanımlarından bahseden âyetin içinde bir “kesit” olarak yeralmış olmasından hareketle “Maksat Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımlarıdır” der. Oysa âyete “Arap dili” açısından dikkatlice bakıldığında, maksadın “Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımları” olmadığı açıkça görülür.
şöyle ki:

  1. Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımlarından bahseden âyet,ta yukarıdan (30. âyetten)başlayıp,34. âyete kadar uzanmaktadır.Bu beş âyetin beşinde de; sürekli müennes (dişil) hitap kullanılmış ve hep müennes zamirler getirilmiştir.Ne vaki, Ehl-i Beyt’ten söz eden kesitte hitap müzekkere (= eril) çevrildiği gibi zamirler de müzekker kullanılmış Arap dilinde sırf kadınlara müzekker kalıpla hitap edilemeyeceğini, onlar hakkında müzekker zamir kullanılamayacağını Arapça’dan birazcık nasiplenmiş herkes bilir. Burada “ehil” deyiminin yapısından hareketle müzekker zamirin kullanıldığını; bunun da dil açısından bir sorun oluşturmadığını ileri sürmek de doğru değildir.Zira âyette “ehil”sözcüğü müzekker zamirden sonra gelmiştir ve bir zamir,bilindiği gibi kendisinden sonraki ismin yerini değil,önceki bir ismin yerini tutar.
  2. Âyet-i kerime, Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımlarına hitaben “Evlerinizde vakarla oturun diyerek başlıyor.Dikkat edilirse,çoğul kalıpta “büyût = evler” deyimi kullanılıyor. Maksat Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımlarının oturduğu hâne-i saadetin odalarıdır. (Arapça’da beyt, içinde gecelenilen ev,oda demektir. Odadan hareketle kabire de beyt denmiştir.) Zira Medîne’de,onların her birinin müstakil
    evlerinin olmadığını pekâlâ biliyoruz. Ehl-i Beyt terkibindeki “beyt” sözcüğünün
    “tekil”kalıpta olduğu ise açıktır
    Bu durumda,“Ehl-i Beyt”ten kasıt,şayet Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımları olsaydı; yukarıyla uyumlu olması bakımından, “Ehl-i Beyit(evlerde, odalarda oturanlar) tabiri kullanılırdı. Demek ki maksat “tek bir evde,odada bulunanlar” demektir ve bu odanın”Ümmü Seleme annemizin husûsî odası” olduğu,sahih hadislerle anlaşılmıştır
    Bu durumda Ehl-i Beyt’le alâkalı kesitin,Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımlarından bahseden âyetlerin içinde ne işinin olduğu merak edilebilir.Merak edilen bu husus şu şekilde aydınlatılabilir
  3. Arap Dili ve Edebiyat’nda, konuşma arasına, konuyla doğrudan ilgisiz gibi görünen bir cümle sıkıştırmak yaygın bir gelenektir. Buna “itiraz / mu’teriza araya giren) cümlesi” denir. Kur’ân’da bunun örnekleri çoktur. Mesela: Kocası onun gömleğinin arkadan yırtılmış olduğunu görünce (karısına) şöyle dedi: “Bu sizin komplonuzun sonucudur. Kuşkusuz sizin komplonuz çok yamandır. Yûsuf, bundan söz etme.
    Ve sen (ey kadın) günahının affını dile. Sen gerçekten günahkârlardan oldun.”Yûsuf: 28-29 ve;
    “Leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan hayvanlar … sizeharâm kılındı. Bunlar fısktır (yoldan çıkıştır). Bugün artık inkâr edenler, sidininizden yana umutlarını kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim,üzerinize nimetimi tamamladım vesize din olarak İslâm’ı uygun buldum.Kim açlıktan daralır, günâha kaçma maksadı gütmeksizin bunlardan yemek zorunda kalırsa; kuşkusuz Allâh bağışlayandır, esirgeyendir”Mâide: 3 âyetlerinde,altı çiili/kırmızı kısımlar buna örnektir
    Bu durum,sırf Arap Dili’ne özgü bir durum da değildir.
    Ehl-i Beyt’le alâkalı kesitin bu türden bir cümle olduğunu anlamanın iki yolu vardır: a) Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımlarına hitap eden âyetlerin arasından,Ehl-i Beyt’le ilgili kesiti kaldırıp okuduğumuzda;
    beş âyetin konu bütünlüğüne bir zarar gelmediğini; en küçük bir cümle düşüklüğüne, anlam bozukluğuna uğramadığını görürüz.Şayet Ehl-i Beyt’le ilgili kesit de Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımlarından bahsetseydi; bütünlük belirgin biçimde zarar görür, anlatımda bozukluk ortaya çıkardı.

b) Ehl-i Beyt âyetinin (= ki tathîr âyeti dendiğini yukarıda gördük)nüzul sebebin ilişkin ne kadar hadis,rivâyet ve anlatım varsa; istisnâsız hepsi,bu kesit“müstakil” olarak indiğini göstermektedir.

  1. “Ey peygamberin hanımları! Sizden kim apaçık bir edepsizlik yaparsa, onun azabı iki katına çıkartılır![Ahzâb: 30 hitabıyla başlayan ve “Evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayın.Ahzâb:34 ihtayla son bulan bu beş âyet, baştan sona Rasûlüllâh’ın (s.a.a) hanımlarına açıktan “uyarı” mahiyetindedir. Allah onları yanlış bir şe yapmamaları, Allah ve Rasûlü’ne itaat etmeleri, evlerinde edeplice (vakarla) oturmaları konusunda ikaz etmektedir. Ehl-i Beyt’le alâkalı kesitin bu ikazları arasında yer alması ise; ileride Ehl-i Beyt’e yüklenecek misyon gereği; onlara tabi olmaları ve onlarla dâima iyi geçinmeleri gerektiğini ihtar manas taşır.Demek ki,bir metnin arasına sokulan “itiraz” cümleleri boşuna değildir;söz konusu metinle aralarında Cemel Vakasında gerçekleştiği gibi“ince” bir bağlantı vardır Nitekim İmam Ali (kv.),on binlerce Müslümanın öldüğü Cemel vakasında, kendisine kılıç çeken Mü’minlerin annesi Hz.Aişe’ye bu ayet-i kerimeyi hatırlatrak onu bir grup muhafız ile huzur ve vakarla evine göndermişti
    Gelelim âyette geçen “Eh-i Beytten kastın kimler olduğuna
  2. Hz.Âişe,Hz. Ümmü Seleme,Hz. Abdullâh b.Abbâs, Sa’d b. Ebî Vaqqâs, Ebû Saîd el-Hudrî, Ömer b. Ebî Seleme, Vâsile ve Abdullâh b. Ca’fer’den gayet sahih yollarla gelen “kisâ” hadislerine göre; Rasûl-i Ekrem (s.a.a) bir kisâ (örtü) alıp Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırıp örtünün altına sokuyor ve “Allahım! Bunlardır benim Ehl-i Beytim!” buyuruyorHâkim,C. II, 416 ve C. III,146; Tirmizî, Sünen, Tefsir Ahzâb,7 ve Menâkıb, 31; Ahmed, C. III, 259, C. VI, 292, 298]. Bilhassa Ümmü Seleme annemizden gelen hadisler, olayın bizâtihî kendi odasında cereyan ettiğini apaçık ortaya koymaktadı
  3. Hz. Enes’ten gelen hadise göre; Allah’ı Elçisi (s.a.v) sabah namazına çıktığında kızı Fâtıma’nın evinin önünden geçerken “Namaza ey Eh-i Beyt!” buyurur, ardından tathîr âyetini okurdu Tirmizi,Sünen,Hn: 3130 Bu uygulamanın tam altı ay boyunca devam ettiği,hadiste açıkça belirtior.
  4. Bilhassa Ümmü Seleme annemizden rivâyet edilen hadislerde; olayı kendi odasında, gözleri önünde cereyan edişini izleyen annemiz, “Ben de onlardan Ehl-i Beyt’e) dâhil miyim Yâ Rasûlallâh?” diye soruyor. Allah’ın Rasûlü (s.a.a) de “Hayır! Ancak sen hayır üzeresin,iyi bir kadınsın!” cevabını veriyor İbn Ebî Şeybe,Hn:9161; Ahmed,C.III, 259; Tirmizî, Sünen, Tefsir Ahzâb,8; Hâkim C.III,158
    Böylelikle Rasûlüllâh (s.a.v), Hatîce annemizden sonra en çok sevdiği eşini bile bu işten uzak tutuyor.
  5. Öte yandan “Tathîr”âyeti tamamen müstakil olduğu ve beraberind Ehl-i Beyt’e yönelik bir emir yahut yasaklama söz konusu olmadığı için, buradaki ilâhî irâdenin “teşrî” amaçlı olması düşünülemez; dolayısıyla “tekvînî”dir. Durum böyle olunca,Allah, her çeşit pislik,leke, ayıp ve günahı “Ehl-i Beyt” kategorisine girenlerden uzak tutup,onları tam manasıyla pak etmeyi “irâde buyurmuş”demektir. Allah bir şeyi irâde buyurmuşsa o derhal oluverir.
    Bu da Ehl-i Beyt’in tertemiz, günahsız, korunmuş (mahfuz) olduğu anlamına gelir. Bu Onlar,Allah ve Rasûlü’nün rızâsı hilâfına hiçbir şey yapmaz!” demekti
    Rasûlüllâh’ın (s.a.v) hanımlarının “masum”olmadıkları meydandadır.
    Bu durum hem Âişe ile Hafsa’yı konu edinen Tahrîm sûresiyle,hem de onların malum davranışlarıyla sâbittir.Üstelik onları masum gören hiçbir İslâmî kesim ya bilim adamı da yoktur.
  6. Allah’ın Elçisi (s.a.a) çeşitli vesîlelerle,menzile, sedd-i ebvâb,hac emirliği,ferec, Ğadîr-Hum,müvâlât, hidâyet,sefîne… hadislerinin yanı sıra, Ali hak ile,hak da Ali iledir; Ben ilmin şehriyim,Ali de ilmin kapısıdır.Ali’yi sadece mü’minler sever,ondan sadece münâfıklar nefret eder!”ve Ali’ye “itaati”öngören birçok sahih hadis,
    Hz.Ali’nin de Hak üzere ve mahfuz olduğunu göstermektedir. Yanısıra Hz.Fâtıma, Hz.Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında da benzer hadisler vâriddir.
  7. Tarih, Hz.Ali’nin imanına, velayetine, ilmine, adaletine, asaletine, daima üzere ve tertemiz olduğuna en büyük şâhittir.Onun hayatında Kur’ân’a aykırı bir davranış, çözemediği bir hâdise,hatalı bulunan bir yargı vâki olmamıştır; Fâtıma Hasan ve Hüseyin’in hayatı da tıpkı Ali’ninki gibidi
    Özetle;
    a) “Ehl-i Beyt”ten kasıt Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’dir. b) Rasûlüllâh’ın (s.a.a) eşleri “Ehl-i Beyt”e dâhil değildir. C) Rasûlüllâh’ın (s.a.a) eşlerini “Ehl-i Beyt”e dâhil etmeyen İslam uleması ve Hz.
    Ali’nin taraftarları değil, Allah ve Rasûlü’nün bizâtihî kendileridi Meveddet Âyeti’ne gelince bu, Yüce Allah’ın (CC) şu buyruğudur: “De ki: Ben bu
    (peygamberliğime) karşılık sizden akrabaya/Ehlibeyt’ime tam bir sevgi’ dışında bir ücret istemiyorum Şûrâ: 23
    Ayetteki “akraba”dan kastın “Ehli Beyt” olduğu gerçeği,şu rivâyette de açıkça ortaya konmaktadır:
    Abdullâh bin. Abbâs’tan gelen rivâyete göre Allah’ın Rasûlü’ne (s.a.a) ayetten kastın kimler olduğu soruluyor.O da“Ali, Fâtıma ve çocukları!” cevabını vermişti Bu hadisi Ahmed,Taberânî,İbn Ebî Hâtim ve Hâkim (Menâqıb’ü-Şâfi’îadlı eserinde) rivâyet etmiştir (Bk.İbn Hacer, Tahrîc’ü-Keşşâf: 145; el-Heytemî, es-Sa-vâiq: 170). Bunlardan İbn Ebî Hâtim rivâyetine İbn Kesîr de yer veriyor (IV112) ve “İsnadı zayıf; çünkü senedde kimliği belirsiz birisi var, diğer taraftan Huseyn el-Eşqar aşırı şiî bir râvî! Dolayısıyla haberi burada makbul değil!” diyor. Oysa kimliği belirsiz râvî sadece İbn Ebî Hâtim’in isnadında var Mesela; Ahmed bin. Hanbel’in rivâyetinde belirsizlik yok! Zaten İbn Kesîr isnadı şâibeli rivâyetleri ön plana çıkarmıştır Hüseyn bin.Hasen el-Eşqar “şiî” olduğu bilinmesine rağmen siqa ve sadûq sayılan bir râvîdır. Sadece hâfızası biraz zayıır (bk. ez-Zehebî, I,531;
    İbn Hacer, et-Tehzîb:
    I,583, et-Taqrîb:
    I,175-176; el-Emînî, I, 83) Sadûq (Sözüyle, özüyle dosdoğru) birisinin haberi nasıl kabul edilmez!? Üçüncüsü, İbn Kesîr’e sormak lazım: “Bu yerde Ehl-i Beyt dostu bir râvînin haberi kabul edilmezse kimlerinki kabul edilir!? Ehl-i Beyt’i sevmenin farz olduğu gerçeğini, Ehl-i Beyt düşmanı râvîlerdenmi bekleyelim! Muâviye ve Yezîd’in beslemeleri böyle bir hadisi nasıl rivâyet edebilirler!? O yüzden el-Heytemî, Hz.Hüseyn’i kastederek “İsnadında aşırı şiî bir râvî var; ancak sadûq birisi!” diyerek,aslında hadisin isnadına bir şeyler söylenemeyeceğini ima etmektedir].
    Hz. Ali’nin (k.v) “Şûrâ sûresinde bizim hakkımızda bir ayet var; bu yüzden bize olan sevgisini yalnız mü’minler muhafaza eder” buyurarak ardından “meveddet” ayetini okuduğu rivâyet ediliyor [Ebuş-Şeyh rivâyet ediyor. bk. el-Heytemî,170].
    Hz.Hasan Bezzâr ve Taberânî rivâyet ediyor. el-Heytemî (s.170) bu rivâyetin isnadlarından bazısının hasen olduğunu söylüyor; İmam Zeynelâbidîn Taberânî ile et-Taberî rivâyet ediyor. (İbn Kesîr,IV, 112; el-Heytemî,170 ayr. bk.el-Cessâs,V, 263)], Hz. Saîd b. Cübeyr [Ahmed: I, 229; Buhârî: menâqıb,2, tef. Şûrâ, 1; Tirmizî: tef. Şûrâ, 1; İbn Kesîr, IV, 112] ve Amr b. Şuayb’dan da İbn Kesir’in nakline göre et-Taberî rivâyet ediyor (bk. İbn Kesîr, IV, 112) benzer rivâyetler var.
    Ehli sünnet uleması da “meveddet” ayetinden Eh-i Beyt’i sevme sonucunu
    çıkarıyorlar; ancak onlar ayeti daha da geniş tutarak; kimisi buna bütün Kureyş kabilesini,kimisi de bütün ashâbı katmaktadır [İbn Kesîr, Tefsir,C.IV, 112-113)

yukarda geçen ve İbn Abbâs üzerinden uydurulan rivâyeti esas alarak tüm Kureyş kabilesini bu halkaya katıyor
Fahruddîn er-Râzî (c. XXVII, 167) bütün ashâbı katıyor ve okuyanları hem güldürecek,hemde düşündürecek garip yorumlar yapıyor. “Bu ayet Allah’ın Rasûlü’nün (s.a.a) Ehl-i Beytini ve ashâbını sevmenin farz olduğuna delildir.Buda sadece üstadlarımızın; itret ile sahâbeyi birlikte seven Ehli sünnet vel-Cemâat’ın görüşüne uygun düşer!” diyerek devam ediyor.Bunu da “Sefîne”hadisi ile uydurma (mevzu) olduğunu ispatlanmış “Ashâbım yıldızlar gibidir! rivâyetine dayandırıyor!
Bütün bu yorumlar kelimenin tam anlamıyla zorlama olduğu için diğer müfessirler tarafından pek’de rağbet görmüyor. Nitekim müfessir en-Nesefî C.V, 407) ayette“akraba”dan kastın sadece “Ehl-i Beyt” olduğuna öncelik ve ağırlık veriyor,diğer yorumların ise zayıf olduğuna işaret ediyor
“Akraba”dan kastın sadece“Eh-i Beyt” olduğu gerçeğine, Şûrâ sûresinin Mekke’de nâzil olduğunu; dolayısıyla bu ayetin Medine’d evlenen Ali ile Fâtıma’yla ve onların çocuklarıyla ilgisinin olamayacağını ileri sürerek karşı çıkanlar da yok değildir.Halbuki birincisi,Mekke’de inen bir ayetin gelecekteki bir olayı hedef alamayacağını söyleyemeyiz. İkincisi bir sûrenin Mekke’de nâzil olması,bazı ayetlerinin Medine’de inmiş olmasına engel değildir.Üçüncüsü, Şûrâ sûresinin genel olarak Mekke’de nâzil olduğunu kabul etmekle beraber, “meveddet ayeti” dahil bazı ayetlerinin Medîne’d nâzil olduğunu söyleyen müfessirler de vardır [ez-Zemahşerî, Keşşâf, C.III,396; Hâzin, C.V,395; Şerafuddîn, el-Kelime: 57-60
Kısacası ayetin Peygamberimizin (s.a.a) “Eh-i Beytini sevmeyi farz kıldığında
şüphe yok.Tabîî ki bu sevgi sadece dilde ve gönülde hapsedilecek sevgi değildir.Bu sevgi Ehl-i Beytin yaşamlarını örnek almayı da gerektiren sevgidir.
Nitekim Peygamber Efendimiz (saa) şöyle buyurmaktadır: “Sizleri verdiği nimetlerle gıdalandırdığı için Allah’ı sevin. Allah’ı sevdiğiniz için beni, beni sevdiğiniz için de Ehl-i Beytimi sevin! [Tirmizî, Sünen, Menâkıb,31; Hâkim,C.III, 149-150: Abdullâh bin.Abbâs’tan rivâyet ediyor. Hâkim İsnadı sahih bir hadis diyor, ez-Zehebî de onaylıyor
Öte yandan Allah Rasulü’nün (s.a.a) Hz.Ali,Hz.Fâtıma ve çocuklarını çok sevdiği,Fahruddîn er-Râzî’ninde kabulüyle et-Tefsîr, C. XXVII, 166] mütevâtir delillerle sabitir.Allah’ın Peygamberi’ne (s.a.a) her konuda tâbi olmamız zaten

zorunlu olduğuna göre, Ehl-i Beyti sevmeni bizlere farz olduğu buradan da
çıkar.
Yüce Allah, Rızası ve Ehlibeyt’e meveddet üzere bir hayat lütfetsin.