Anadulu sekçuklu sultanı Alaaddin Keykubatin verdiği bir temlik beratında seyyidlere iyilik etmek mahşer günü şefaat vesilesi olacağinı ifade edilmiştir.
Mucize-yi Nebevî’den Resûlüllah sallellâhü aleyhi ve âlihi vesellem buyuruyorlar ki:
“Ehl-i Beyt’im benden sonra; bencillik ve şiddetli bela görecek ve diyardan diyara sürüleceklerdir!”
Ehl-i Beyt mensupları,sevenleri ve taraftarları Kerbelâ Fâciâsı’ndan sonra kendilerine yapılan baskılar ve cinayetler yüzünden Orta Asya’ya göç ettiler.Horasan, Maveraünnehir
ve Türkistan’a yerleştiler. Ehl-i Beyt’in Türk aşiretleri ve Türk obaları arasına gelip yerleşmesi, Allah’ın rahmet ve inayetiyle nice hayırlı sonuçların kapılarını aralıyordu.Şöyle ki:
Emevîler tarafından mağdur edilen Ehl-i Beyt’in İslâm’a davet çağrıları,mağdûr ve mazlûmun yanında yer alan Türkler arasında büyük bir rağbet görüyordu.
Ehl-i Beyt mensupları bu durumda kendilerini Türkler’in korumasına almış oluyorlardı.
Ehl-i Beyt sevgisi başta olmak üzere, Resûlüllah (sav)’in Sünneti’ne dair sayısız edep ve ahlâkın Türkler arasında samimi bir şekilde yayılmasına sebep oluyordu.
İslâm ilim, ahlâk ve öğretisi; Ehl-i Beyt yoluyla Türkler’e doğrudan nakledilmiş oluyordu.
Türkistan’dan Anadolu’ya büyük bir medeniyetin kurulmasına zemin hazırlanmış oluyordu.
İlk Türk-İslâm eseri başyapıtlarından Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde, Ehl-i Beyt’in Türkler arasında gör- düğü sevgi ve saygıyı şöyle ifade etmektedir: Hizmetkârlardan başka ve beyin adamları dışında, münasebette bulunacağın kimselerden bazıları Peygamber’in neslidir. Bunlara hürmet edersen, devlet ve saadete kavuşursun. Bunları pek çok ve gönülden sev! İyi bak ve yardımda bulun! Bunlar, Ehl-i Beyt’tir. Peygamber’in uğurudur.Ey kardeş! Sen de onları Sevgili Peygamber hakkı için sev!” 1782
1781 Hz. Ali bölümü, 276. Hadis 1782
Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Çev. Reşid Rahmeti Arat, TTK Yayını,Ankara
1988, S. 313
Anadolu’nun manevi ruh ikliminin oluşmasında;Türk ve İslâm kültürünün harmanlandığı Türkistan’da Hoca Ahmed Yesevî’nin İslâm ve iman hamuru ile mayaladığı, Ehl-i Beyt sevgisiyle şekillendirdiği erenleri, dervişleri Anadolu’ya doğru işaret edip, göndermesi önemli bir dönüm noktasıdır.
Hoca Ahmed Yesevî’nin işaretiyle Anadolu ve Rumeli’nin her tarafına dağılan alpler, dervişler ve erenler, silsile yoluyla 2-3 asır boyunca Orta Asya’dan Anadolu’ya doğru akmaya devam ettiler.Anadolu’nun yurt edinilmesi,Türk ve İslâm şuurunun yerleşmesi,hep Ehl-i Beyt sevgisi,mayası
ile yoğrulmasındandır.
Yesevî Tarikatı’nın kurucusu olan Hoca Ahmed Yesevi’nın
Hocası Yusuf el-Hemedânî,Hanefî mezhebindendir. Mânevî ışığı ile kendisinden bazı tarikatlar doğduğu gibi, özellikle Anadolu’da kurulan birçok tarikat da kendisinden etki- lenmiştir.Hoca Ahmed Yesevî’nin tarikat silsilesinin Altın Silsile’den, yani On İki Ehl-i Beyt İmamı’ndan dolaşarak gelmesi, Ehl-i Beyt ile arasında güçlü bir bağ olduğunun’da kanıtıdır.
Hoca Ahmed Yesevî’nin işaretiyle Anadolu’ya yerleşen bu yüce gönüllü insanlar, devletin kendilerine verdiği vazifelerin yanında güzel ahlâkı, yardımlaşmayı, paylaşmayı,Türklüğün Ehl-i Beyt’in ve İslâm’ın özündeki güzellikleri bu topraklara yansıtmışlardır.
Bu silsileden olarak Şeyh Edebâli,Tabduk Emre, Yunus Emre, Sarı Saltuk, Geyikli Baba, Abdal Musa, Hacı Bektaş Veli, Ahî Evran, Mevlânâ Celâleddin Rûmî ve Emir Sultan gibi nice erler, bulundukları bölgelere Ehl-i Beyt’ten aldıkları sevgi, hoşgörü ve adaleti yerleştirmişlerdir.
Ehl-i Beyt’e sevgi, saygı ve bağlılık ifadesi olarak kuru- lan ilk teşkilat, Abbasîler devrinde Ensâb Nikâbe’dir.
Bu teşkilat hem Ehl-i Beyt mensuplarını korumak, hem de onlara istihdam sağlamak içindi.
Selçuklu ve Osmanlı sultanları, topraklarına gelen Ehl-i Beyt mensuplarını hiçbir ülkede görülmeyecek şekilde saygın tutmuş,uğurlu saymış, sevgi ve hürmet ile onlara icâzetnâmeler vermişlerdir.
Karahanlılar’da: “Peygamber neslinin, Peygamber hakkı için ve O’nun namına sevilmesi” öğütlenmektedir.
Anadolu Selçukluları’na ait bir temlik beratında, seyyidlere yararlı olma ve iyilik etmenin şefaât vesilesi olacağı ifade edilmiştir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat, Erzincan bölgesine gelerek orada yaşayan oymakların ileri gelenlerini bir araya toplamış ve İslâm dinini en iyi bilen kişilerin tespitini istemiştir.Yapılan araştırma ve seçilme sonucunda, Ehl-i Beyt sogunda olan
seyyidlerin, daha ilimli, ahlâklı ve dini bilgileri yüksek olduğu görülmüştür. Bunun üzerine Sultan Alaaddin, İslâm’ın bu kişiler tarafından öğretilmesini istemiş, onlara Hz. Peygamber (sav) neslinden geldikleri için icâzetnâmeler vermiştir.
Osmanlı Devleti kurucularından Ertuğrul Gâzi, Osman Gâzi, Orhan Gâzi ve devam eden padişahlar, Kur’ân’a bağlı, Ehl-i Beyt’e sevgi ve saygı içindeydiler.Orhan Gâzi,babası Osman Gâzi’nin mezarının üzerinde: “YA RABBİM! BİZİ ÂHİRET GÜNÜ EHL-İ BEYT’İN ŞEFAÂTİNDEN MAHRUM BIRAKMA VE ONLARI BİZDEN RAZI ET” DİYEREK , EHL-İ BEYT’E OLAN BAĞLILIĞINI DİLE GETİRMİŞTIR
Osmanlı’da seyyidler ve şerifler için, “Nakîbü’l-Eşraflık” müessesesi vardı. İleri gelen Nakîb Efendi, Hz. Peygamber (sav)’in torunlarının işlerine bakar; neseplerini kayıt altına alır, doğumlarını ve vefatlarını deftere geçirir ve itibarlarını zaafa uğratacak hâl ve hareketten onları korur, İslâm edebine göre yaşamalarına özen gösterirdi. Çalışma imkânı olmayan ve muhtaç durumda olanlara da maaş bağlanır, vakıf ve imaretlerden
pay verilir, vergiden muaf tutulurdu.
Seyyid ve şeriflere verilen belgeye Siyadet Hücceti denilirdi
İlk Nakîbü’l-Eşraflık, Yıldırım Bayezid zamanında kurulmuş, ilk vazifeye tayin edilen, Emir Sultan’ın talebelerinden,Hz. Peygamber (sav)’in neslinden Seyyid Ali Nâta bin Muhammed’dir.
Bunlar devlet merkezinde bulunur, kendi konaklarında oturur ve mahiyetinde çalışanlar bulunurdu. Vazifeleri arasında, padişaha kılıç kuşatma ve kendilerine mahsus “Sancak-ı Şerif”itaşıma vardı. Padişah sefere gittiği zaman yanında Nakîb Efendi’yi, seyyid ve şerifleri de götürürdü. Savaş sırasında Sancak-ı Şerif altında seyyidler ve şerifler tekbir ve Salavât-ı Şerife getirirler ve duâlar okurlardı. Taşrada da yine Ehl-i Beyt soyundan Nakîbü’l-Eşraf kaymakamları olurdu.
Seyyid ve şerifler için merkezde ve taşrada tutulan def-
terlere “Secere-yi Tayyibe” denilirdi. Bu defterlere seyyid ve
şeriflerin isimleri, Peygamber (sav)’e kadar uzanan silsileleri,
evlatları ve ikametgâhları kaydedilirdi.
“Lâ fetâ illâ Ali, lâ seyfe illâ Zülfikâr” metnindeki “fetâ”
(yiğit) kelimesinden türetilmiş olan fütüvvet ve ahîlik (kardeşlik
Anadolu’da esnaf ve sanatkârlar arasında kardeşliğin,
sevgi ve hoşgörünün temelini oluşturur. Fütüvvet kelimesi,
Hz.Ali (kv)’nin cesaret ve kahramanlığı kadar, onun ahlâk ve
fazîletini de temsil etmektedir.
Mevlânâ Hazretleri, Hz. Ali (kv)’nin yüzüne tüküren
düşmanını affetmesini tasvîr ederken,fütüvvet ahlâkını uzun
uzun açıklar. Mevlânâ Hazretleri, Hz. Ali (kv)’ye hücûm
ettiği halde mağlûb olan,sonra da yüzüne tükürdüğü halde
Ali (kv) tarafından affedilen düşmanın hayret psikolojisini,
Yine onun dilinden şöyle ifade etmektedir: Hz. Ali (kv)’ye hitaben:
Sendeki hilim kılıcı, canımızı kesti.Bilgi suyun da, tozumuzu
ve toprağımızı temizledi.”
Hz.Ali’nin fütüvveti ile ilgili yaşanmış örneklerin sunulfuğu en önemli eserler Cenknâme’lerdir. Cenknâmeler,tekke ve dergâhlarda,köy odalarında yoğun bir şekilde okunmuş,
Hz.Ali (kv)’nin İslâm’ın yayılması için yaptığı mücadeleleri anlatan menkîbeler, insanımızın zihin ve gönüllerine kazınmıştır. Milletimizle özdeşleşmiş olan cesâret, kahramanlık, fedâkârlık,vefâkârlık gibi duyguların gelişmesinde bu
Menekşe, Ömer, Ehl-i Beyt Sevgisi,
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî, Terc. Şefik Can, Ötüken
Yay.İstanbul,
2010, I, s. 240
menkîbelerin etkisi büyük olmuştur. Anadolu halkının zihninde Hz. Ali (kv), din ve imanla özdeşleşmiştir.Onun ahlâkını örnek alanlar, örnek olmuşlardır.
Türk Milleti, Ehl-i Beyt’e, tarihten bugüne kadar büyük bir aşkla sahip çıkmıştır. Kültür atlasımız Ehl-i Beyt’i
ve onların maneviyatını temsil eden,sembol ve motiflerle bezenmiştir. Ehl-i Beyt sevgisi, edebî metinlerde nakış nakış, ilmek ilmek işlenmiştir. Türk Edebiyatı’nda Peygamber sevgisi ile birlikte Ehl-i Beyt sevgisi işlenmeyen divanlar eksik kabul edilmiştir. Ehl-i Beyt’e sevgi,saygı ve bağlılığını dile getiren yüzlerce,
binlerce Türk şairi vardır. Büyük Türk Şâiri, Yunus Emre sevgisini şöyle ifade eder:
Şehidlerin serçeşmesi
Evliyânın bağrı başı,
Fatma Ana gözüyaşı
Hasan ile Hüseyin’dir.
İslâm’ı kabul ettikten sonra, İslâm’ın sancaktarı olan Türkler;Hz. Peygamber (sav)’in soyundan gelen seyyid ve şerîfleri her devirde baştâcı etmiştir.Türkler, İslâm’ın Türkistan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan da Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılma sürecinde, Ehl-i Beyt’in peşinden gitmişlerdir. Ehl-i Beyt’in diriltici, birleştirici ve kaynaş- tırıcı nefesi, tarihimizdeki sosyo-kültürel birlik ve beraberliğimizi,fetih ve zaferlerimizi hazırlayan en önemli unsur olmuştur.Ehl-i Beyt’e gösterilecek olan sevgi, saygı ve bağlılığın geleceğimizi de aydınlatacağı muhakkaktır.
İslâmlaşma sürecini Ehl-i Beyt mensuplarının öncülüğünde devam ettiren Türkler, büyük ölçüde itikat bakımından yine bir Türk aileye mensup olan İmam Mansur Mâturîdî, Ehl-i
Sünnet anlayışını benimsemişlerdir.Naklî bilgilerin yanında aklî bilgilere de önem veren İmam Mâturîdî, İmam-ı Âzam Ebu Hanife’nin fıkhını benimsemiştir.
Bu ekolde olanlar da siyasi tercihlerini Hz.Ali (kv) ve Ehl-i Beyt’ten yana koymuşlardı.
Ehl-i Beyt ve Türkler,
Yine Ehl-i Beyt uğruna, Şam Emevî hanedanını yıkan ve Bağdat’ta Abbasî hanedanını yönetime getiren Ebu Müslîm Horasanî ve onun Türkler’den oluşan ordusudur.Türk Alperen
ve kahramanları,yine zaman içinde İslâmî bir kimlik kazanarak, alperen ismiyle kutsîleşmiştir.Kur’ân ve Sünnet’in öngördüğü din esaslarını Ehl-i Beyt’in eşitlik, hoşgörü ve muhabbete dayalı yorumundan alan Türkler,Peygamber efendimiz (sav)’in önderliği şartıyla Hz.Ali (kv) ve evlatlarının İslâm anlayışını benimseyip kabul etmişlerdir.
Anadolu’da zaman geçse de değerini kaybetmeyen ve
hep ilk sıralarda yer alan şu isimler Ehl-i Beyt’in bütün zamanlarda nasıl sevildiğini, sayıldığını, örnek alındığını gösteren en önemli göstergelerdendir: