Kureyş İslam’ı ortadan tamamen kaldırmak maksadıyla bir kez daha birleşti. Çeşitli kabilelerle ve Yahudilerle ittifak yapıldı. Nihayet müşriklerin sayısı on bini buldu. Bu orduya Muaviyenin Babası Ebu Süfyan komutanlık ediyordu. (Es-Siretü’n Halebiyye, C.2, S.631). Hz. Peygamber (saa), savunma taktiği konusunda ashabıyla istişare etmişti. Selman-ı Farisi Medine’nin etrafına hendek kazmayı önermişti. Kureyş ordusu Medine şehrinin kapısına gelince durdular. Medine’nin etrafındaki derin ve tehlikeli hendekleri görünce korkuya kapıldılar. Hâlbuki düşman askerleri on bin kişiden fazla iken, Müslümanların sayısı üç bini geçmiyordu. (İbn-i Hişam, Sire, C.2, S.238). Bazı Kureyş atlıları hendeğin kimi dar noktalarından karşıya geçmeyi başardılar. Bunun üzerine Hz. Ali (k.v) birkaç kişiyle beraber ileri çıktı ve atlıların geçtiği gedikleri kapattı. Kureyş ordusundan savaşçılıkları ile tanınmış altı kişi hendeğin dar bir tarafından karşıya geçip, savaş meydanına çıktı. Bunlardan bir tanesi Arap Yarımadası’nın en yiğit ve en güçlü savaşçısı olarak bilinen Nam Salmış ve “bin savaşçıya bedel” denilen Amir b. Abdül Vedd’di. Yelye bölgesinde bir grup savaşçıyı tek başına yenmişti. Bedir Savaşı’nda yaralandığı için Uhud’a katılamamıştı. Hendek günü ise ilk olarak savaş meydanına çıkmıştı. Amir, çelik bir zırh giymişti, savaş meydanında şöyle bağırıyordu: “Cennet iddiacıları neredeler? İçinizden beni cehenneme göndermeyi veya kendisi cennete gitmeyi isteyen yok mu?” Onun bu meydan okuması herkesin kalbine bir korku düşürmüştü. Sanki kulaklar kapanmış, diller tutulmuştu. Vakıdi bu durumu, “Sanki başlarına kuş konmuştu” şeklinde anlatıyor. (Megazi, C.2, S.48). Resûlullah (saa), “Bunun karşısına çıkacak biri yok mu?” buyurdu. Hz. Ali, “Ben çıkarım ya Resûlallah” dedi. Resûlullah O’nu oturttu. Diğer Ashabları Denemek İçin Ömeri Ebu Bekir, Osman da Oadaydı… Amir ikinci ve üçüncü kez savaşacak er talep etti. Hz. Ali’den başka kimse ona cevap vermedi. Resûlullah her defasında O’nu oturtuyor ve şöyle diyordu: “Ya Ali, bu Amir’dir.” (Es-Siretü’n-Nebeviyye, İbn Hişam, C.3, S.224; Tarih-i Taberi, C.3, S.172; El-Kâmil Fi’t-Tarih C.2, S.180; Es-Siretü’n Halebiyye, C.2, S.318). Resûlullah, “Ya Ali, bu Amir’dir” dediğinde Hz. Ali şöyle cevap verdi: “Olsun, Ben de Ali’yim.” (İbn Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehcü’l-Belağa, S.248). Sonunda Hz. Peygamber (saa) Hz. Ali’nin başına kendi sarığını sardı. Kendi kılıcını kuşandırdı. Ve kendi zırhını giydirdi. Ve Amir’in karşısına çıkmasına izin verdi. Ardından ellerini kaldırarak şöyle dua etti: “Allah’ım Ubeyde’yi Bedir günü, Hamza’yı Uhud günü aldın. Bu da kardeşim ve amcamın oğlu Ali’dir. Beni yalnız bırakma, Sen mirasçıların en hayırlısısın.” (Mevsuatu’t-Tarihi’l-İslami, C.2, S.491-492; El-Menakıb Harezmi, S.144; Es-Siretü’n Halebiyye, C.2, S.318). Hz. Ali (k.v) savaş meydanına çıktı. Resûlullah şöyle buyurdu: “İmanın tamamı, küfrün tamamının karşısına çıktı.” (Milani, Kâdetuna, C.2, S.108; Dimyeri, Hayatu’l-Heyevan, C.1, S.248; Yenabiü’l-Mevedde, bâb:23; Şerh-i Nehcü’l-Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, C.19, S.61). Amir, Hz. Ali’yi karşısında görünce şaşırdı. Hz. Ali (k.v), Amir’i, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şahitlik etmeye davet etti. Amir kabul etmedi. Hz. Ali (k.v) Bunun üzerine, “O halde Benimle savaşacaksın” dedi. Amir, “Geri dön. Baban arkadaşımdı. Seni öldürmek istemem” deyince, Hz. Ali (k.v), “Ama Ben, Hakk’a yüz çevirdiğin müddetçe, vallahi seni öldürmek isterim” diye cevap verdi. (El-İrşad, Şeyh Müfid, S.43-45). İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle diyor: “Benim tarih öğretmenim Ebu’l-Hayr bu konuyu şöyle anlatıyordu: Amir, Bedir Savaşı’na katılmış ve Hz. Ali’nin cesaretini ve savaş gücünü yakından görmüştü. Bu yüzden O’nunla savaşmak istemiyor ve çeşitli bahaneler getiriyordu. Sonuçta Hz. Ali (k.v) ona şöyle dedi: ‘Sen Benim ölümüme üzülme, zira Ben ölsem de, öldürsem de hoş baht olacağım. Ve Benim yerim cennettedir. Buna karşılık her şekilde cehennem senin intizarında.’ Bu sırada Amir güldü ve ‘Bu adaletli bir iş değil. Cennet de, cehennem de Senin olsun’ dedi.” (Şerh-i Nehcü’l -Belağa, İbn-i Ebi’l-Hadid, C.2, S.148). Hz. Ali (k.v.) Amir’e, “atından in, vuruşalım” dedi. Amir attan indi ve geri dönmeyeceğinin bir işareti olarak atını öldürdü. Ve Ali’ye yöneldi. Kılıcını O’nun başına indirdi. Hz. Ali (k.v.), bu darbeyi kalkanla geri çevirdi. Ancak kalkan ikiye ayrıldı. İmam Ali’nin miğferi kırılınca başı yaralandı. Bu arada Hz. Ali kılıcını Amir’in başına indirdi. Amir yere yıkıldı. Hz. Ali (k.v) tekbir getirdi. Kılıçların sesi ve ortalığı kaplayan toz bulutu çarpışmanın sonucunun yakından görülmesine engel oluyordu. Hz. Ali’nin tekbir sesleri duyulduğunda, herkes anladı ki Hz. Ali Arap kahramanı Amir’i öldürdü. (El-İrşad, Şeyh Müfid, S.43-45). Amir’in arkadaşları korkudan kaçıp gitmişlerdi. Hz. Ali onların peşine düştü. Bu sırada Nevfel b. Abdullah hendeğe yuvarlandı. Hz. Ali (k.v.) , hendeğe atlayarak onu öldürdü. (Tarih-i Dimaşk, C.1, S.150; Mevsuatu’t-Tarih-i İslami, C.2, S.495; Tarih’il-Hamsin, C.1, S.487). Nevfel’in ölümü diğer askerlerin cesaretini kırdı. Müşrik ordusunu oluşturan Arap kabileleri aralarında anlaşıp, dönme kararı aldılar. Resûlullah Hz. Ali’yi karşılayıp şöyle buyurdu: “Aferin Sana ey Ali! Senin bugünkü şu cihadın, İslam ümmetinin kıyamete kadar yapacağı bütün iyi amellerin toplamından daha üstündür. Zira Senin bu zaferin sayesinde kâfirler, zillete düşüp alçalmış, Müslümanlar ise izzet, onur ve gurur kazanmıştır.” Ya Ali Senin Bir Darben Kiyamete Kadar İnsanların Ve Cinlerin İbadetinden Üstündür (Biharü’l-Envar, C.20, S.205). Bu savaşta Hz. Ali’nin ibret verici bir davranışı vardır ki, O’nun yiğitliğinin ve yüce ahlakının bir göstergesidir.Hz. Ali (k.v) Amir’i öldürdükten sonra, onun cenazesine ve elbiselerine dokunmayarak savaş meydanını terk etti. Amir’in kız kardeşi onun cenazesinin başına gelerek şöyle dedi: “Asla senin için ağlamayacağım. Zira sen kerim bir kişi tarafından öldürüldün. O senin kıymetli elbiselerine ve savaş silahlarına hiç dokunmadı bile.”