Hicretin 40. yılıydı. Böylesi bir Ramazan ayının 21. gecesi Hakk’a rücu etti. Son sözleri, “Kâbe’nin Rabbine andolsun, artık kurtuldum” olmuştu.
Evet; Kâbe’de doğan yegâne insan, Kâbe’nin Rabbine kavuşmuştu bugün. Keza Secdegâh Şehidiydi O.
Hayatı, PEYGAMBER EFENDİMİZİN (sav) ömrünce 63 yıl sürdü. Bu şerefli ve kerim hayatın 33 yılı boyunca Efendimizin (sav) yanında olmuş, Nübüvvetin 23 yılına başından sonuna ilk elden şahit kılınmıştı.
Tarih, Onu babasının künyesine atıfla ALİ BİN EBÛ TALİB olarak kaydetti. Nitekim Alemlere Rahmet Efendimiz (sav) gibi O (kv) da Hz.Abdulmuttalib’in torunuydu ve dahi ÂL-İ İBRAHİM’di.
Nübüvvet izhar olduğunda henüz on yaşındaydı. Tereddütsüz Resûlullah’a (sav) iman etmişti. Günaha bulaşmadan imanla tanıştığı için sonraki nesiller ismi her anıldığında Onun için “Kerrem’Allahû-Veche / Allah onun yüzünü ak-pak etsin” demeyi edep saydılar.
Resûlullah (sav), içlerinde amcaları ve yetişkin amcazadelerinin bulunduğu yakın akrabalarına tebliğde bulunduktan sonra “Kim bu yolda yardımcım olmak ister?” diye her sorduğunda bu meşakkatli yükümlülüğü kabul eden tek kişi, henüz 13-14 yaşlarındaki Hz.Ali (kv) olmuştu.
Keza Medine’ye hicret etme arefesinde Resûlullah (sav) Hz.Ali’yi (kv) hem kendi yerine yatırmış, hem de Mekke’deki tüm şahsî işlerini Ona havale etmişti. Böylelikle Hz.Ali (kv) artık VÂSİ-İ NEBİ sıfatıyla anılmaya başlamıştı.
Hicret sonrasında Ensar ve Muhacir birer birer kardeş-musahib ilan edildiğinde Resûlullah (sav) Hz.Ali’yi (kv) kendisine ayırdığı için NEBİ’NİN KARDEŞİ lakabıyla da anıldı.
Resûlullah (sav), Onu kızı Fatımatü’z-Zehra (ks) ile evlendirince NÜBÜVVET EVİNİN DAMADI olan Hz.Ali (kv), büyük oğlu dünyaya teşrif buyurduğunda EBU’L-HASAN künyesine kavuştu ve EVLÂD-I RESÛL’ÜN BABASI oluverdi.
“Ey Ehl-i Beyt! Şüphesiz ki; Allah sizi her türlü kirden arındırıp tertemiz kılmak diler.” ayeti nâzil olduğunda Nübüvvet Âbasının altına çağrılmıştı. Gayrı o, HAMSE-İ ÂLİ ÂBA’dandı.
O, Allah ve Resûlünden razıydı, Allah ve Resûlü (sav) de ondan. Bundan sebep MURTEZA ismiyle de anılageldi.
Cihat meydanlarında ALLAH’IN ASLANI / ESEDULLAH olarak belirmişti. Saldırı anındaki aslana kinayeyle HAYDAR mahlasıyla da meşhurdu.
Böylesi savaşların birinde Resûlullah, onun için LA FETA İLLA ALİ, LA SEYFE İLLA ZÜLFİKÂR (Ali gibi feta (yiğit), Zülfikâr gibi kılıç yoktur) buyurmuştu.
Nitekim Mekke’nin fethedildiği gün Resûlullah (sav), Onunla birlikte Kâbe’ye girip içerideki putlardan Allah’ın Evini temizlemişti. Put kırıcı İbrahim Halilullah’a (as) “Feta” diyen Kurân, son putu kıran Hz.Ali’nin de FETA oluşuna şahitlik etmişti.
Güneş misal Habibullah’a (sav) nispetle “AY/KAMER” olarak da şiar bulmuştu.
Mübahale Âyetinde RESÛLULLAH’IN ENFÜSÜ olarak işaret edilmişti.
Kendisini “İlmin Şehri” olarak bildiren Nebi (sav), kardeşi ve enfüsi hakikati mertebesindeki Hz.Ali (kv) için İLMİN KAPISI buyurmuştu.
Allah ve Resûlünün (sav) tercihiyle daha nice isim, künye, makam ve sıfata mazhar olan Hz.Ali (kv), o meşhur ifadesinde kendisini şöyle tarif ediyordu:
“Tüm Kitapların hakikati Kurân’dadır. Kurân Fatiha’dadır. Fatiha, Besmelede, Besmele ise Be harfinde toplanmıştır. İşte ben, Be’nin altındaki o NOKTA’yım.”
İlim Kapısının (kv) Hakk’a rücu ettiği böylesi bir gün hürmetine Rabb-i Rahîm, bizleri de BE’NİN NOKTASI ile mana bulan hikmetlerle nimetlendirsin!
Mücadele ahlâkının ve hakkı-hakikati seçecek hikmetin kapısı hükmündeki VELÂYET SULTANI ile bizleri de ilimlendirsin, ahlâklandırsın!
Sözün sonu dervişlerin dilinden….
“Ali’yi sevmeyen Hakk’ın nesidir? Seversen Ali’yi, değme yâreme!”
-Allah’ın selamı ve rahmeti doğduğu gün, şehit edildiği gün ve hesap için herkesin diriltileceği gün Hz. Ali Efendimizin ve Onun Sevdiklerinin üzerine olsun-