Hz.Ebu Bekir (r.a)’ın İslamiyet dinini kabul etmeyen ve bunun üzerine boşamış olduğu hanımı Katile (veya Kuteyle) bint-i Abdüluzza’dan iki tane çocuğu olmuştur.Bunlar, Abdullah ile Esmâ adında ki çocuklarıdır. Bu itibarla Abdullah bin Ebi Bekir’in doğum tarihi kesin olarak bilinme-mektedir. Ancak diğer kardeşlerinden büyük olduğu kabul edilmektedir. Abdullah bin Ebi Bekir (r.a)’in malum olduğu üzere Beni Teym’den olub Resûlullâh (s.a.v) ile Kâ’b bin Lüey’de nesebi birleşmektedir. Hz.Âişe ile baba bir kardeş olduğundan Resûlullâh (s.a.v)’ın kayın biraderi olurdu. Kureyş’in en asil ve en zengin âilesine mensubdur.
Abdullah bin Ebi Bekir (r.a), İslâmiyet’in ilk yıllarında Müslüman olmuştu. Zeki ve maharetli bir insandı. hicret esnasında mühim hizmetler gördü. Resûlullâh (s.a.v) ile babası, Mekke’den Medine’ye Hicret etmeye başladıkların da, Sevr Dağında ki. Sevr Mağarası’nda üç gün, kalmışlardı. Abdullah (r.a), o zamanlar onlara yiyecek getiriyor, hem de Resûlullâh ile babasının tembihi üzerine istihbarat hizmetlerini görüyordu. Kendisi o zaman çocuk denecek yaşta idi.
Abdullah (r.a), Kureyş müşriklerinin yaptıkları toplantıları takib edib, Resûlullâh’ın âleyhine alınan kararları öğrenir, akşam karanlığında gizlice Sevr Mağarası’na giderek olub bitenleri onlara ulaştırıyordu.
Geceyi mağarada geçirdikten sonra alaca karanlıkta kimseye görün-meden tekrar Mekke’ye dönerdi. O bölgede koyun gütmekte olan Ebû Bekr (r.a)’ın hizmetçisi de davar sürüsü ile Abdullah (r.a)’ın ayak izlerini kaybediyordu. Hz.Âişe, üvey kardeşinin bu son derece tehlikeli işteki başa-rısını, onun cesur akıllı ve becerikli oluşuyla açıklamıştır.
Abdullah bin Ebi Bekr (r.a), Resûlullâh (s.a.v) ile arkadaşlarının sağ salim Medine’ye ulaştığını öğrenince çok sevindi. Daha sonra kendisi ve âile bireyleriyle birlikte Medine’ye hicret ettiler.
Abdullah (r.a)’ın hanımı, meşhur Sahabi ve Aşere-i Mübeşşere’den olan Said bin Zeyd (r.a)’ın kız kardeşi Atike bint-i Zeyd bin Amr’dir. Abdullah (r.a), bu hanımefendi ile evlendikten sonra hanımına karşı olan düşkünlüğü sebebiyle, şavaşlara katılma gibi bazı görevlerini yerine geti-remediği ve bunun sebeblerden dolayı babasının emriyle ondan ayrılmak zorunda kaldığı da rivayet edilir. Atike’yi çok sevdiği için işlerine doğru dürüst işlerine bakamıyordu. Bu sebeble babası ona şöyle dedi:
“-Atike’yi boşa!”
O da babası Ebû Bekr (r.a)’nı dinleyib boşadı.
O tarihlerde, henüz İslâm’a göre evlenme ve boşanma hukuku tam oturmadığı için, önce babasını dinleyib hanımını boşadı. Sonra pişman olup bu ayrılığın verdiği üzüntü ile söylediği şiir de şöyle dedi:
Âtike! Güneş dünyayı aydınlattıkça, yıldız gökyüzünde parladıkça seni asla unutmam!
Onun çok güzel huyu, görüşü ve mevkii vardı. Herkes tarafından beğenilen güzel bir endamı da vardı!
Benim gibi bir kişinin onun gibi birini boşadığını hayatımda görme-dim. Onun gibisinin boş yere boşandığını da görmedim!”
Abdullah (r.a)’ın Atike (r.a) hakkında bundan başka birçok şiirleri de vardır. Bu içli şiirlerle gece gündüz terennüm ederek babasının merhame-tini celbetmiş ve Atike bint-i Zeyd ile babası Ebû Bekr (r.a)’ın da rıza göstermesi üzerine tekrar evlenmiştir.1
Gerçektende o güne kadar meydana gelen birçok ğazvelerde onun adına pek rastlamak pek mümkün değildir. Ya Medine’ye geç hicret etti ya da, babası Hz.Ebû Bekr (r.a)’ın korktuğu olmuştur. Abdullah bin Ebi Bekr’i, ilk defa Resûlullâh (s.a.v)’in ğazveleri’nden Mekke’nin Fethinde görmekteyiz. Bizzat kendisinden nakl edilen bir rivayette şöyle anlatır:
“-Allâh’ın Resûlü, Mekke’de Zituva mevkiine geldiğimizde devesini durdurarak üzerindeki örtünün bir tarafı ile iyice büründü. Allâh’ın ken-disine fethi nasib ettiğini gördüğü içinde tevazudan başını öne eğdi. Neredeyse sakalına kavut değecekti!”demiştir ki, bununla Mekke fethine iştirakini anlamaktayız.
Mekke fethinden sonra Abdullah bin Ebû Bekr (r.a)’ın Resûlullâh ile birlikte Huneyn Ğazvesi’ne iştirak etti. Daha sonra Resûlullâh (s.a.v), Huneyn’den kaçan Sakif ve Hevazinliler’in toplanmalarına mani olmak için saklandıkları ve sığındıkları Tâif Kalesi’ni muhasara etti.
Bu Muhasara esnasında bir rivayete göre: Ebu Mihcen’in diğer bir rivayete göre ki, bu rivayet daha kuvvetlidir. Beni Aclan’ın kardeşlerinden Sa’d bin Ubeyd’in atmış olduğu bir ok ile yaralandı, ve Medine’ye yaralı olarak döndü. Bir süre iyileşen yarası tekrar açıldı.
Abdullah bin Ebi Bekr, Resûlullâh (s.a.v)’in vefatından sonra baba- sının hilafetinin 40. gününde, 40 gün ağır hasta olarak yattıktan sonra Taif’teki aldığı ok yarasından dolayı Hicri 11. Yılın Şevval ayı içersinde ve Miladi 632. Yılda vefat etmiş oldu.
Cenaze namazını babası halife Ebû Bekr (r.a) kıldırdı. Kabrine ise Hz.Ömer, Talha ve kardeşi Abdurrahman bin Ebi Bekr (r.a) indirdiler.
Kasım bin Muhammed’den:
“-Tâif kuşatmasında oğlu Abdullah bin Ebû Bekr’e bir ok isabet etmişti. Resûlullâh (s.a.v)’ın vefâtından hemen sonra, Abdullah’ın duru-mu da iyice ağırlaştı. Kırk gün kadar yattı. Nihayet ruhunu teslim etti.
Hz.Ebû Bekr, kızı Hz.Âişe’nin yanına gelerek şöyle dedi:
“-Kızım sanki bir koyun kulağından tutularak evimizden çıkarıldı!”
Hz.Âişe (r.a)’de babasına:
“-Seni metin kılan ve kemâle erdiren Allâh’a hamd olsun!”dedi.
Hz.Ebû Bekr, ağlayarak evden ayrıldı. Tekrar eve geldi ve dedi ki:
“-Kızım! Abdullâh’ı diri olarak gömmekten korkmuyor musunuz?”
Hz.Âişe (r.a):
“-Babacığım!..İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun, de!”dedi.
Ebû Bekr (r.a)’de:
“-Lânetlenmiş şeytandan, her şeyi bilen Allâh’a sığınırım. Kızım herkesin kalbine iki yerden ilham ve doğuş olur. Biri Melek’den, diğeri ise Şeytan’dan!”dedi.
Daha sonraları kendisine Tâif taraflarından Sâkif heyeti gelmişti. Abdullâh’a isabet edib, onu öldüren ok da yanında idi. Ok’u gelen heyet-tekilere göstererek:
“-İçinizden bu ok’u tanıyanınız var mı?”diye sordu.
Aclan oğullarının kardeşi Sa’d bin Ubeyd:
“-Bu oku ben yonttum. Ucunu ben sivrilttim. Tüyünü ben taktım. Bunu atan da benim!”dedi.
Hz.Ebû Bekr (r.a):
“-Bu ok, Abdullâh bin Ebû Bekr’i şehid eden ok’dur. Senin elinle ona şehidlik şerbetini içiren, onun eliyle seni öldürtmeyen Allâh’a hamd olsun. Allâh’ın himayesi çok geniştir!”dedi.2
Bir rivayette şöyle denir:
Abdullah bin Ebû Bekr (r.a), Taif’te ki almış olduğu ok yarasından
sonra Medine’ye dönüb geldiğinde çok sevmiş olduğu hanımı Atike’ye kıskançlığından dolayı evlenmemesi için, ve kendisi öldükten sonra dul kaldığında geçimini temin edebilecek, güzel bir bahçe hibe edib vermişti. Resûlullâh (s.a.v)’in vefatından 40 gün sonra yarası patlayıb, vefat etti. Ölümü üzerine hanımı Atike bint-i Zeyd, hüzünlü bir şiir okuyarak devamlı ağlayacağına dair yemin etti. Abdullah’ın vefatı üzerine hanımı Atike (r.a), ona şu mersiyeyi söyledi:
“-Yemin ettim senin için devamlı ağlayacağıma,
Vücudumu tozdan topraktan ayırmayacağıma!
Ağlayacağım bir ömür boyunca, Eyke güvercinleri öttükçe,
Ağlayacağım karanlık gece nurlu sabahı takip ettikçe…”
Ancak, bir müddet sonra Atike bint-i Zeyd’e amcazadesi Hz.Ömer İbn-i Hattab evlenme teklifinde bulundu:
“-Atike bint-i Zeyd (r.a):
“-Kendisinden sonra evlenmemem için kocam Abdullah bin Ebû Bekr, bana bir bahçe verdi!”dedi.
Hz.Ömer (r.a):
“-Bu meseleyi bir fakihe danış?”dedi.
Atike bint-i Zeyd’de, bu taleb karşılığında ne yapacağını Hz.Ali’ye sordu. Hz.Ali (r.a), şöyle dedi:
“-Bahçeyi kocanın mirasçılarına geri ver ve ondan sonra evlen!”
Atike’de öyle yaptı ve sonra Hz.Ömer ile nikahlandı.
Verilen velime yemeği esnasında, Resûlullâh (s.a.v)’in Abdullah bin Ebû Bekr (r.a) ile din kardeşi ilan ettiği Hz.Ali bin Ebi Talib’de davetliler arsında idi. Hz.Ömer’e yaklaşarak:
“-Müsaade et de Atike ile konuşayım?”dedi.
Hz.Ömer (r.a):
“-Konuş!”dedi.
Hz.Ali (r.a) Atike’nin yanına gelerek:
“-Ya Atike!Yemin ettim, senin için devamlı ağlayacağım, vücudumu tozdan topraktan ayırmayacağım…!”deyince, Atike bint-i Zeyd, çok içten duygulanarak içini çekti.
Bunu gören Hz.Ömer, Hz.Ali’ye:
“-Allâh iyiliğini versin, huzurumuzu bozma” dedi.3
Abdullah bin Ebû Bekir’in Atike’den çocuğu olduğuna dair bir kayıt yoktur. Ayrıca Abdullah, Âişe bint-i İyas adlı bir kadın ile de evliydi ondan İbrahim isimli bir çocuğunun olduğu fakat onunda vefat ettiği söylenir. Abdullah’ın nesli devam etmemiştir. Abdullah bin Ebi Bekir’den hadis rivayeti hemen hemen pek yoktur. Sadece, Beğavi ve Hakim’in eserlerinde naklettikleri bir hadis rivayet edilmiştir.
Şübhesiz ki, en doğrusunu Allâh bilir. Allâh, onlardan razı olsun.