ÜLKEMİZİN BİRLİK VE BERABERLİĞİNİ SAĞLAMAK ADINA DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞINA BAĞLI İSLAM ANSİKLOPEDİSİNDE BULUNAN CEDDİMİZ HZ.EBU TALİBİN ALEYHİNDE UYDURULAN SAHTE HADİSLERİN SİLİNMESİNİ İSTİYORUZ!!!!!
Ülkemizin birlik ve beraberliği için gayret ettiğimiz bugünlerde Diyanet işleri başkanlığınıza bağlı islam Ansiklopedisinde bulunan asılsız ve ispatsız sahte hadislerle temellendirilmiş Hazreti Peygamber Efendimizin (S.A.V) sevgili amcası ve islam kahramanı ceddimiz Hz. Ebu Talib’in iman etmediğine dair Emeviler ve İslam düşmanları tarafından uydurulan ve gerçeği yansıtmayan bu bilgilerin düzeltilip; sahih hadislerde ve Ehlibeyt evlatlarından gelen rivayetlerde nakledildiği üzere Hz. Ebu Talib’in Hz. Peygamber’i canı gibi koruyan bir mümin olduğu, onun vefat yılını Peygamberimizin “hüzün yılı” ilan ettiği şeklinde doğru olan bilgilerin İslam ansiklopedisinde yayımlanmasını talep etmekteyiz.
Zira İslam akaidinin en temel esasına göre şu bir gerçek ki; zayıf veya uydurma rivayetlerle, değil Hz. Peygamber’in amcası Hz. Ebu Talib’i tekfir etmek, hiç bir müslüman tekfir edilemez. Böyle bir itham ve tekfir caiz değildir; bu çok ağır bir itham, iftira ve bühtandır.
Ben Hz.Ebu Talib’in torunu olarak Dünya Seyyidler ve Şerifler Kültür ve Araştirma Derneği Genel Başkanı Dr. Seyyid Hüseyin Zerraki ve derneğimizin Hz.Ebu Talib’in evlatları olan binlerce üyelerimiz sizden Hz.Ebu Talib’e yönelik bu itham, iftira ve bühtanın ortadan kaldırılmasını talep ediyoruz.
Öte yandan;
2- Cuma hutbelerinde Peygamber Efendimizin (s a.v.) sevgili amcası Hz.Ebu Talib’in iman ettiğine dair sahih hadislerine ve Ehlibeyt evlatlarından gelen sağlam rivayetlerin anlatmasını,
3-Cuma hutbelerinde Peygamber efendimizin Veda haccında Ümmet-i Muhammede bırakılan iki ağır emanet olan “Kur’an ve Itrettim-Ehli beytim” gerçeğinin sık sık anlatılarak müslümanların bilgilendirmesini,
4- Cuma hutbelerinde Peygamber efendimizin Ehli beytinin soyunun devam ettiği ve aramızda olduklarını, kıyamette kadar devam edeceklerinin anlatmasını,
böylece cennet vatanımız, aziz milletimiz, devletimiz ve birliğimiz üzerinde hesap kuranların hesaplarının bozulmuş olacağına ve milli-dini birliğimizi temin edeceğine dair inancımız tamdır.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arzederim
HZ. EBU TALİB’İN İMANI MESELESİ
İslam’ın tüm mezhep ve disiplinlerinde temel esas şudur ki; Kur’an’da ve hadislerde apaçık bir biçimde tekfir ilan edilmeyi gerektiren bir hüküm bulunmadıkça hiçbir kimse tekfir edilemez (Zekeriya Ebu Bekir Muhammed, El-cüzûru’l-fikriyye li’z-zahirati’t-tekfir inde’l-müslimin, s. 48).
Nitekim Şeyh Sâ’di de küfrün Allah ve Resulüne ait bir hak olduğunu, onların küfür hükmü vermediği kimsenin tekfir edilemeyeceğini belirtmiştir (es-Sâ’di, İrşadu uli’l-ebsar ve’l-elbab liney’l el-fıkhi bi’eğrabi’t-turuki ve eyseri’l-esbab, Thk. Eşref Abdulmaksud, b.1, 2000).
İbn Hazm’a göre, bir kimse iftira ile tekfir olunamaz. Tekfir edilen kişiyi İslam’dan çıkartmak için ancak şer’i bir nass ve icma’ gereklidir. Ya da Hz. Muhammed’den (saa) bizlere tevatüren ulaşmış veya ahad haberlere dayanılmalıdır (İbn Hazm, Kitabu’l-faslu fi’l-milel ve’n-nihal, c. 3, s. 392).
Öte yandan ilim şehrinin kapısı olan Hz. Ali’nin, Cemel ve Sıffîn savaşlarına katılan muhaliflerine kâfir diyen taraftarlarına, onların kâfir değil isyan eden kardeşleri olduğunu söylemesi de bu konuda bir ölçü teşkil etmektedir (Ebû Hanîfe, er-Risâle, s. 69, (nşr. M. Zâhid Kevserî), trc. Mustafa Öz, İmâm-ı Azam’ın Beş Eseri içinde), İstanbul 1981; Kâdî Abdülcebbâr, Fadlü’l-i’tizâl ve Tabakatü’l-Mu’tezile, s. 160, (nşr. Fuâd Seyyid), Tunus 1406/1986).
Hz. Ebu Talib’in imanı meselesi ve onun tekfir edilmesine gelince; böyle bir tekfir, İslam’ın temel esaslarına, hadis ve akaid usulüne da aykırıdır. Caiz değildir, iftira ve bühtandır. Zira;
1- Hz. Ebu Talib’in imanına dair tekfir edici ilk rivayetler İbn Sa’d’ın et-Tabakat’ında görülmektedir. Bu tarihsel rivayetler, hadis kritiği bakımından cerh ve ta’dile tabi tutulduğunda tekfire mesnet olacak deliller olmadığı açıktır. Kaldı ki, İbn Sa’d, Hz. Ebu Talib’i şöyle tarif etmektedir: “Ebu Talib, kişilik açısından kavminin en faziletlisi, ahlakî açıdan en güzeli, dostluk bakımından kavminin kıymetlisi, komşuluk bakımından en iyisi, hoşgörü ve güvenilirlikte de kavminin en büyüğü, en doğru sözlüsü, kötülük ve çirkinliklerden en uzağıdır. Kimse ile tartıştığı ve kimseye hakaret ettiği görülmemiştir. Bütün bunlardan dolayı kavmi onu “emin” olarak isimlendirmiştir. Yüce Allah’ın bütün güzel işleri kendisinde toplamasından dolayı Mekke’de güvenilirlik açısından ona üstün gelebilecek bir kimse yoktur. Ebû Tâlib ölünceye kadar Hz. Peygamber’i koruyup gözetmiş, yardım edip desteklemiştir” (İbn Sa’d Muhammed, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I/121, Beyrût, 1957).
2- Söz konusu rivayet, hiçbir sağlam rivayet zincirine dayanmaksızın tefsir ve hadis kaynaklarında “kîle”/ “denilmiştir ki” ifadeleriyle gelmektedir ki, Hz. Ebu Talib’i “kîl ü kâl” ile tekfir etmek, iman, ilim ve iz’ana sığacak bir durum değildir.
İşte bu İbn Sa’d’in tekfir edici bir rivayeti daha sonraları tefsir ve hadis eserlerine çoğaltılarak şu şekilde girmiştir: Ebu Tâlib, ölmek üzere olduğunda, Resulûllah yanına giderek, “Ey Amca, ‘La ilahe illallah’ de ki, Allah nezdinde hüccet olsun” dedi. Orada hazır bulunan Ebu Cehil ve Abdullah b. Ebi Umeyye, “Ey Ebu Tâlib, sen Abdulmuttalib’in dininden yüz mü çeviriyorsun?” dediler. Ebu Tâlib de bunun üzerine “Ben Abdulmuttalib’in dini üzereyim” dedi. Bunun üzerine Resulûllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ben de nehy edilinceye kadar senin için dua edeceğim” (İbn Sa’d, I/122).
O zaman da şu iki ayet nâzil oldu:
“Yakınları bile olsa, kendilerine hak açıklandıktan sonra müşrik olanlar için Allah’tan yarlığama dilenmesi, ne Peygamber ve ne de inananlar için doğru olmaz” (Tevbe, 113).
“Sen sevdiklerini hidayete erdiremezsin.” (Kasas, 56).
Buhari’deki rivayet ve Taberi’deki nakil de bu rivayet eksenlidir. (Buharî, Sahih, Hn. 3884; Taberî, Tefsir, c. 11, s. 30-31).
Buharî’nin bu rivayeti, İbn Müseyyeb’ten yani, hadis uydurmakla meşhur Emevî meşrepli ez-Zührî’den nakledilmiştir (ez-Zehebi, Siyer, 5/331, 337). Bu rivayet şazdır, merduddur. İbn Hacer de rivayetteki işkalin ve uydurmanın farkındadır (İbn Hacer Askalanî, Fethu’l- Bâri, 7/195, 8/508).
Ebu-l Futûh Razi bu rivayete dair şöyle demektedir: “Bu rivayet bâtıldır. Zira, bu ayetler, Resulûllah’ın (s.a.v.) vefatına yakın bir zamanda (Medine’de) nâzil olmuştur. Halbuki Ebu Tâlib, çok önceleri (Mekke’de) vefat etmiştir” (Ebu-l-Futûh Râzi, Tefsir, c. 6, s. 126)
Kaldı ki, nakledilen bu rivayetin ilk bölümü ile, son bölümü arasında çelişki vardır: Hz. Ebu Talib, Abdulmuttalib’in dini üzere olduğunu söylemiştir ki, Abdulmuttalib ise Hanif üzere idi, Müslüman idi.
Öte yandan Şafiî ulemasından Mekke Müftüsü tarihçi Ahmed b. Zeynî Dahlan (ö. 1886) şunları kaydetmektedir: “İlgili ayetlerin Ebu Talib hakkında olduğu hususu batıldır. Öte yandan Ahmed bin Hanbel, Tirmizî, Teyalisî, İbn-i Ebi Şeybe ve Nesaî’nin Hz. Ali’den rivayet ettikleri bu ayetin nüzul sebebi şuydu: İnsanlar, müşrik olan babaları için dua ediyorlardı. Bu yüzden mezkûr ayet nâzil oldu. Bu hususu aynı şekilde İbn-i Abbas da rivayet etmiştir” (Dahlan Ahmed b. Zeynî, Esne’l-Metâlib, s. 17-18, Daru’l-İmam’un-Nevevi, Amman, 2007).
Yani, söz konusu ayetlerin esbab-ı nüzülü, Hz. Ebu Talib’in vefatı değildir. Bu rivayeti Hz. Ebu Talib ile ilişkilendirip onu tekfir edecek bir hüküm türetmek batıldır.
3- Büyük müfessir Zemahşerî de – kafası İbn Sa’d rivayeti ile karışık olsa da – söz konusu ayet-i kerimenin Ebu Tâlib hakkında nâzil olduğu görüşünü reddetmekte, şöyle demektedir:
“Ebu Tâlib, Hicret’ten önce ölmüştür. Bu ayetler ise Medine’de nâzil olan son ayetlerdendir” (el-Keşşâf, c. 3, s. 198,Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul, 2016).
4- Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilen bazı rivayetlerde, Resulûllah’a, “Acaba Ebu Tâlib’e bir yararın dokundu mu; zira o, Seni himaye ediyor ve Senin için müşriklere gazab ediyor?” diye sorulunca, şöyle buyurdu:
“Evet, Ebu Tâlib, topuklarına kadar ateşten bir çukur içindedir. Eğer Benim şefaatim olmasa idi; muhakkak o, cehennemin en derin çukurunda bulunur idi” (Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 40)
Bu hadis uydurulmuştur. Seyyid Fehhar’ın naklettiğine göre; Ebu Talib’i küfre nispet eden dört rivayeti de İmam Cafer es-Sadık ve İmam er-Rıza hadisi reddetmiştir. İmam Cafer, söz konusu rivayetin yalan olduğunu açıklayarak “Vallahi yalan söylüyorlar. Şayet Ebu Talib’in imanını bir kefeye, şu topluluğu imanını bir kefeye koysalar, Ebu Talib’in imanı ağır basar” buyurduğunu, Ebu Tâlib’in iman etmiş olduğunu söylemişlerdir (es-Seyyid Ebu Ali Fehhar el-Musevî, el-Hüccetü Ala’z-Zahib ilâ Tekfir-i Ebi Talib, s. 18, 82-85, Necefü’l-Eşref, 1351).
Öte yandan yukarıdaki rivayette şefaat meselesi söz konusudur ki, şefaat da ancak iman ve şehadete bağlıdır, kafirlere şâmil olmaz. Dolayısıyla aynı rivayette şefaate mazhar olacağı belirtilen Hz. Ebu Talib’i tekfir etmek, aynı zamanda şefaatin sahibi olan Hz. Peygamber’e ağır bir bühtandır.
5- İbn-i Hacer, uydurma rivayetlerden ahkam türeterek şunu kaydetmektedir: “Eğer Ebu Tâlib Müslüman olsaydı Resulûllah cenazesinde namaz kılardı” (İbn Hacer, el-İsabe, c. 4, s. 117).
Halbuki, Zeynî Dehlan gibi bir çok Ehl-i Sünnet âliminin de kabul ettiği üzere o zamanlar henüz cenaze namazı teşri olmamıştı (Esne’l-Metâlib, s. 35).
Böylece İbn Hacer’in tekrarladığı yanlış da boşa çıkmaktadır.
Nitekim, bu yüzden Resulûllah (s.a.v.), Hz. Hatice için de cenaze namazı kılmamıştır.
6- İbn-i Sa’d şöyle nakletmektedir: “Ebu Tâlib Resulûllah’ın zamanında vefat etti. Câfer ve Ali ona vâris olmadı. Ama Akil ve Tâlib ona vâris oldu. Zira, Müslüman kafire mirasçı olamaz, kafir de Müslüman’dan miras alamaz.”
Abdulcelil el-Kazvinî, buna cevaben şunu kaydetmektedir: “Ehl-i Beyt mektebine göre, kafirler Müslümana vâris olamazlarsa da, Müslümanlar kafirlerden miras alabilirler. Ali de, Ebu Tâlib’e vâris olmuştur. Kaldı ki, Ebu Tâlib’in kendisi de mü’min idi.” (el-Kazvinî, en-Nakz, s. 513-514).
Ebu Tâlib’in Müslüman olarak öldüğü ile ilgili güçlü delillere geçmeden önce, vefatına yakın bir zamanda verdiği hutbesini aktarmakta faydalar vardır.
İmam Sâdık (r. aleyh) şöyle buyurmaktadır:
“Ebu Tâlib’in vefatı yaklaşınca Kureyş’in büyüklerini toplayarak onlara şu vasiyette bulundu:
Ey Kureyşliler, sizler insanlar arasında Allah’ın seçkin kulları, Arab’ın kalbi, yeryüzü ve harem ehli arasında Allah’ın hazinedarlarısınız. Sizin aranızda muktedir bir önder, cesur bir öncü ve eli açık bir bağışlayıcı bulunmaktadır. Sizlere Kâbe’yi ta’zim etmenizi tavsiye ediyorum ki, bunda Allah’ın rızası, rızkın devamı ve zorluklar karşısında direniş vardır. Sıla-i rahim yapınız. Zira, bu, ölümü erteler ve nüfusu çoğaltır. Zulmetmeyi terk ediniz ki, öncekiler de bu yüzden helak oldular. Davet edene icabet ediniz; hayat ve ölümün şerefi de bundadır. Sâdık olunuz ve emanete riayet ediniz. Zira, bu ikisi sayesinde iftiradan korunur ve halk nezdinde değer kazanırsınız.
Sizlere Muhammed hakkında iyilik etmenizi tavsiye ediyorum.
Zira, Muhammed, Kureyş’in emini, Arapların doğru sözlüsü ve sizi davet ettiğim şeyleri ihya edendir. Muhammed sizlere öyle bir mesaj getirmiştir ki, kalb ve ruh bunu kabul etmekte; ama dil, kötüleyenlerin korkusundan inkâr etmektedir.
Allah’a and olsun ki, adeta musta’zaf halkın O’nun davetini kabul ettiğini, sözlerini tasdik ettiğini ve risaletini kabul ettiğini görür gibiyim. Böylece Kureyş’in büyükleri hakir, evleri boşalmış ve zayıfları yücelmiş olacaktır. En büyükleri Peygambere en muhtaç olanı, en günahkârları da O’na en uzak olanlarıdır. Arap kavmi O’nu sevecek, topraklarını O’na verecek ve O’nu önder seçecektir.
Ey Kureyş kabilesi! Peygamberi seviniz, O’nu himaye ediniz. Allah’a and olsun ki, O’nun yolunda ilerleyen kemâle erer ve hidayetine tâbi olan saadete kavuşur. Eğer sağ kalsaydım O’ndan bela ve zorlukları gidermeye çalışırdım” (en-Nisaburî Muhammed b. Fettal eş-Şafiî, Ravzat’ul Vaizin, c.1, s. 169-170).
Ez-Zemahşerî’nin, Hz. Ebu Talib’in Hz. Peygamberi (saa) takdimi olarak el-Keşşaf’ında naklettiği şu hitabesi de manidardır:
Ebû Tâlib (ö. 619), Hazret-i Hatice’yi (ö.619) Hz. Peygamber’e isterken yaptığı konuşmada, – ki o sırada Haşim oğulları ve Mudar’ın ileri gelenleri de orada bulunuyorlardı- şöyle demişti:
“Bizi İbrahim’in soyundan, Ma‘d’in sulbünden, Mudar kolundan kılan ve bizi Beyt’inin hizmetçileri, hareminin bakıcıları yapan, bize haccedilen bir mabet ve güvenli bir harem lütfeden ve bizi diğer insanlara hâkim yapan Allah’a hamdolsun. Bu yeğenim Abdullah’ın oğlu Muhammed, Kureyşli gençlerden hangisiyle tartılsa mutlaka daha ağır basar. Sonra, vallahi o geleceği çok parlak ve çok değerli biridir” (ez-Zemahşerî, el-Keşşaf, c. 1, s. 1118, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı, İstanbul, 2016).
Ayrıca İslam kaynaklarındada Hz. Ebu Tâlib’in mü’min olduğu ile ilgili güçlü deliller mevcuttur:
a. Ebu Tâlib, Hz. Ali’ye, “Oğlum seçtiğin bu din nedir?” diye sordu. Hz. Ali (r.a.), “Baba, Ben Allah’a ve Resulü’ne iman ettim. Peygamberin elçiliğini tasdik ettim. Allah için O’nunla namaz kıldım ve kendisine tâbi oldum” dedi.
Ebu Tâlib ise, kendisine cevaben şöyle buyurdu: “İyi bil ki, Peygamber Seni iyilikten başka bir şeye davet etmemiştir. O halde O’na tâbi ol.” (Esne’l-Metâlib, s. 51). Aynı rivayeti İbn Hacer Askalanî, el-İsabe’de de nakletmektedir (el-İsabe, 7/237).
b. Meselenin açıklık kazanması için Ebu Talib’in uzun kasidelerinden bazı bölümlerinin tercümesini nakledelim:
“İyi bilsin ki insanlar, Muhammed,
Musa ve Meryem oğlu İsa Mesih gibi bir peygamberdir.
Hidayeti getirmiştir bize, onların getirdiği gibi
Hepsi, Allah’ın emriyle ve ona güvenerek insanları doğru yola hidayet ederler” (Hakim, Müstedrek, II/623).
“Arzunuz, onu öldürmek, fakat
Bu arzunuz uyuyanın rüyalarına benzer
O bir peygamberdir, Rabbinden vahiy gelmiştir kendisine.
Kim “hayır!” derse pişmanlıktan dişlerini gıcırdatır.
Bilmiyor musunuz, Muhammed’i
Musa gibi bir Peygamber bulduk;
alâmetleri önceki kitaplarda yazılı?
Kulların gönüllerinde özel bir sevgisi var onun
Bir kimse ki, sevgisini Allah koymuştur gönüllere,
cefa etmeyin ona” (Divan-ı Ebu Talib, s. 32, İbn Hişam, es-Sire, c.1 s. 39).
c. Hz. Ebu Tâlib, Kureyş’in, Resulûllah’ı (s.a.v.) öldürmeye kesin karar kıldığını duyunca şöyle dedi:
“Allah’a and olsun ki, beni toprağa gömmedikleri müddetçe Sana dokunamazlar. Sen benim hayrımı dileyerek davet ettin, Sen sâdıksın (söylediğin doğrudur) ve eminsin. Sen dinlerin en hayırlısını getirdin.”
Ebu-l Futüh Razi, Hz. Ebu Talib’in bu çıkışı hususunda şöyle demektedir: “Bu sözler, Ebu Tâlib’in imanını açıkça göstermektedir. Zira ‘Sana iman ettim ve Seni tasdik ettim’ sözü ile ‘Sen sâdıksın’ sözü arasında fark yoktur” (Eb’ul Futuh er-Razi, Tefsir, c.4, s. 407).
d. Kaynaklarda nakledildiğine göre Hz. Ebu Talib, ölürken evlatlarına ve etrafına şu vasiyette bulunmuştur: “Ben Muhammed’i size tavsiye ediyorum. O, Kureyş’in Emini, Arabın doğru konuşanı ve bütün insani kâmilleri haizdir. Onun getirdiği dine gönüller inanmıştır, fakat diller korkudan inkâr ediyor. Görüyorum ki, Arap düşkünleri, ona iman etmiş, onun yardımına koşmuş, Muhammed de onların yardımıyla Kureyş’in saflarını parçalamak için kıyam etmiş; azizlerini zelil, zelillerini aziz kılmıştır. Daha sonra sözlerini şu cümlelerle tamamladı: “Ey yakınlarım! Onu sevin, hizbini (İslam)’ı destekleyin; kim ona uyar, onun yolunda giderse mutlu olur. Eğer ecel, bana mühlet verseydi, belaları, acı hadiseleri defederdim ondan” (İbn-i Ebi-l Hadid, Şerh-ü Nehc’ül-Belağa, c.14 s. 74; Divan-u Ebi Talib, s. 173).
e. Ebu Tâlib vefat edince Hz. Ali (k. veche) Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanına gelip babasının vefatını bildirdi. Resulûllah, bu haberi duyunca çok üzüldü ve Hz. Ali’ye (r.a.) şöyle buyurdu: “Git, O’nun gusül ve kefenleme işlemlerini yap ve bir tabutun içine koyduğun zaman Bana haber ver.”
Resulûllah (s.a.v.) Ebu Tâlib’in cenazesinin yanına vardığında keder ve üzüntü içinde şöyle buyurdu:
“Ey Amca, seninle akrabalık ilişkim vardı. Allah tarafından mükafatlandırılacaksın. Beni çocukken terbiye ettin, büyüdüğümde Bana yardımcı oldun.” Daha sonra da halka dönerek şöyle buyurdu: “Allah’a and olsun, amcama öyle bir şefaatte bulunacağım ki, ins ve cin topluluğu şaşıracaktır” (Tarihu’l-Umem ve’l Mulük, ilgili bölüm; el-Hücce, s. 265, İman-u Ebi Talib, s.24-26, 36).
- İlim şehrinin kapısı ve velayetin şahı Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Allah’a and olsun ki babam, dedem Abdulmuttalib, Haşim ve Abdulmenaf asla putlara tapmamıştır.”
“Onlar neye ibadet ediyordu?” diye sorulunca da; şöyle cevap verdi:
“Onlar Ka’be’ye doğru ve Hanif din üzere namaz kılıyorlardı” (Kemal-üd Din, c. IX, s.174; Eb’ul Futuh er-Razi, Tefsir, c.4, s.210).
f. İmam Cafer es-Sâdık (r. aleyh) şöyle buyurmaktadır: “Cebrail, Resulûllah’a (s.a.v.) gelerek şöyle dedi: “Ey Muhammed, Rabbin Sana selam gönderiyor ve “Seni dünyaya getiren sulbe, Sana hamile kalan kadına ve Seni yetiştiren ve sorumluluğunu üstlenen şahsa ateşi haram kıldım” buyuruyor.
Sonra şöyle devam etti: “Mezkûr sulb, baban Abdullah b. Abdulmuttalib’dir. Ve Sana hamile olan Âmine bint-i Vehb’tir. Ve seni terbiye eden ise Ebu Tâlib’dir” (el-Kâfi, I/446).
Peki, Hz. Ebu Talib’e dair zayıf ve meçhul rivayetlere dayanılarak yapılmak istenen tekfir ve bühtan ne sebepledir?
İslam araştırmacılarına göre Ebu Tâlib’e yapılan bu haksızlığın sebebi, Ben-i Ümeyye’nin Hz. Ali’ye olan düşmanlığıdır. Muhalifleri, Ali’ye (r.a.) dil uzatamayınca, babasına saldırma yoluyla Hz. Ali’nin velayet makamına gölge düşürmeye çalışmışlardır.
Halbuki Hz. Ebu Talib’ın adı ve hüznü bizzat Rasulullah’ın gönlündeydi. Allah’ın Sevgilisi Ebu Tâlib’in vefatından üç gün gibi kısa bir süre sonra da, hanımı Hz. Hatice’yi kaybetti. Ona karşı da müstesna bir sevgisi vardı. En büyük destek ve tesellicisi idi. Vefatından sonra dahi onu hiçbir zaman unutmadı ve rahmetle andı. Öyle ki, Hz. Aişe, hayatta olmadığı hâlde en çok Hz. Hatice’yi kıskandığını itiraf etmiştir. Allah Resulü’nün şu beyanı onun Hak katında ve mü’minlerin gönlünde ne kadar ulvi bir yeri olduğuna delalet eder:
“Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı İmran’ın kızı Meryem idi. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice’dir” (Buhârî, Enbiyâ, 47; Müslim, Fedâli’s-Sahâbe, 69).
Doğmadan önce babasını, altı yaşındayken de annesini kaybederek öksüz ve yetim kalan Allah Resulü, amcasını ve hanımını kaybetmekle belki de ikinci kez öksüz ve yetim kalmıştı. Yüklendiği bu çile ve hüzün dolu hadiselerden ötürü bu yıla ‘Hüzün Yılı’ denmiştir.
Hz. Peygamberin, Hüzün yılının iki kahramanından biri Hz. Ebu Talib, diğeri ise Hz. Hatice validemizdir. Hz. Hatice ile Ebû Tâlib’in vefat ettiği nübüvvetin onuncu yılına verilen isimdir (Senetü’l-Hüzn, Mustafa Sabri Küçükaşcı, c. 36, s. 519-520, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 2009). Hatta bu ismin bizzat Hz. Resûl-i Ekrem tarafından verildiği de zikredilmektedir (Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî, I, 266; Nûreddin el-Halebî, II, 41).
Hz. Ebu Talib’e, sadece bu Rasulullah’ın Senetü’l-Hüzn/Hüzün Yılı perspektifinden bakmak bile onu tekfir etmeyi, onu mevzu ve zayıf rivayetlerle kafir ilan etmeyi engelleyecektir. İman, iz’an, insaf ve ilim namusu onu tekfir etmeyi değil, canı gibi koruduğu Muhammed Mustafa ve İslam hürmetine ona rahmet okumayı bunu gerektirmektedir. Allah’ın rahmeti ve bereketi, Ehlibeytin, Hz. Ebu Talib’in ve cümle Ashab-ı güzînin üzerine olsun