Ana Sayfa Genel Hüseyin Zerrâki: Nakîbü’l-Eşrâflık yeniden kurulmalı

Hüseyin Zerrâki: Nakîbü’l-Eşrâflık yeniden kurulmalı

0
2266

Osmanlıda seyyid ve şerifleri kayıt altına alan Nakîbü’l-Eşrâflar, Evlâd-ı Resûl olma iddiasında bulunanları sorguya çekerdi…

İrfan Özfatura KASTAMONU – Hazret-i Pir Şeyh Şaban-ı Veli Kültür Vakfı tarafından tertiplenen İlim Hikmet Sohbetlerinin bu haftaki konuğu Dünya Seyyidler ve Şerifler Derneği Genel Başkanı Nakîbü’l-Eşrâf Uzmanı Seyyid Hüseyin Zerrâki idi. Kendisi de bir Hüseyni olan araştırmacı yazar, dinleyicilere çarpıcı bilgiler verdi: Bilindiği üzere Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) nurlu torunlarından Hazreti Hasan’ın çocuklarına şerif, Hazreti Hüseyin evladına ise seyyid denir. Hazreti Ömer devrinden itibaren kutlu soyun kaydı tutulur ve bu mühim vazife bizzat Hazreti Ali’ye (kerremallahü veche) tevdi edilir.
Abbasiler, Selçuklular, Karahanlılar, Harezmşahlar,  Zengiler, Eyyubiler, İlhanlılar, Memluklar’da ‘nikâbet müessesesi’ yerleşir.

 

Nakîbü’l-Eşrâflar ‘nesl-i pâk’ın ileri gelenlerinden seçilir ve sadece mensupların kayıtlarını (şecere-i tayyibe) tutmakla kalmaz onları şerefleri ile mütenasip olmayan işlerde çalışmaktan meneder, damat ya da gelin adaylarının salih, saliha müminlerden olmalarını arzularlar. Eğer bir dava mevzubahis ise yargılar, hükme bağlarlar.
Selçuklular ve Osmanlılar Server-i kâinatın torunlarına berat verir, vergiden muaf tutar, askere almaz, ganimetten pay ayırır, muhtaç durumda olanlarına sahip çıkarlar. Mekke şerifleri için sürre alayları düzenler, nadide hediyeler yükler, gözyaşları ile yola çıkarırlar.

Nasip ve Nesep meselesi
Zerraki “Abdestsiz namazsız seyyidlik mümkün müdür? Evlâd-ı Resûl’ün içkiyle işretle ne işi olabilir sonra? Sahte seyyidler nesep hırsızıdır ve insanların kafasındaki mefhumları yıkarlar.
Bu günlerde de ortalıkta şecereler dolaşıyor. Adamın dedesinin adı Seyit ben “seyyid torunuyum” demeye başlıyor. Bakıyorsun bir şecere getiriyorlar, içinde Maruf-u Kerhi hazretleri de bulunuyor. O kadar cahiller ki mübareğin bir zamanlar Hristiyan ailenin çocuğu olduğunu bilmiyorlar. Bazıları da tarikat şecerelerini, vakıf şecerelerini alıp geliyor. Bir insan azmederse ilim sahibi olabilir, manevi mertebelere de yürüyebilir ama o pak nesle dâhil olmak nesep meselesidir çalışmakla olmaz. İşte bu yüzden Nakîbü’l-Eşrâflık müessesini yeniden hayata geçirmeliyiz. Kayıtlar 1924 yılında kesilse de evvelki yıllar noksansız mevcut. Merak edenler İstanbul İl Müftülüğüne gelir Meşihat ve Şeriyye sicillerine bakabilir.
Bu deftere güvenmeliyiz, çünkü tutanlar da Hüseynidir” dedi.
Soru cevap kısmında dinleyicilerden biri “Sayın Kemal Kılıçdaroğlu üç yıl evvel Tunceli konuşmasında ‘Başbakan Erdoğan benim kim olduğumu öğrenmek istiyorsa gitsin meşihat arşivine baksın’ demişti. Öyle bir kayıt var mı?” diye sorunca Araştırmacı yazar Hüseyin Zarrâki “Öyle bir kayıt yok. Alevi Bektaşi olmak ayrı şey, seyyid olmak ayrı şey” şeklinde cevap verdi.

YALANCIYA AĞIR CEZA
Hâl böyle olunca seyyidlik ve şeriflik iddiasında bulunanlar da eksik olmaz. Ancak gerek Nakîbü’l-Eşrâf gerekse de onun vazifelendirdiği kaymakamlar bunları sorguya çeker. Yalancıları kadıya yollarlar.
Osmanlıda ilk Nakîbü’l-Eşrâf Emir Sultan’ın talebelerinden Seyyid Ali Nattâ hazretleridir. Bilahare Nakîbü’l-Eşrâflar ilmiye sınıfı (emekli kadı, defterdar, kazaskerler) arasından seçilir.
Yeni Nakîbü’l-Eşrâflar Babıaliyi teşrif ettiklerinde sadrazam tarafından ayakta karşılanır. Gül suyu, buhur, kahve ikram edilir ve samur kürk giydirilerek vazifeye başlar.
Padişah sefere çıktığında seyyid ve şerifler de iştirak eder, sancak-ı şerife alemdarlık yaparlar.
Evlâd-ı Resûller başlarına yeşil tülbent sarar (emir sarığı) böylece halk onları tanır, edebe mugayir davranmaktan sakınırlar.

ÇOĞU ARAMIZDA
“N’ola tacım gibi başımda götürsem daim kadem-i pâkini” diyen Osmanlı Sultanları, Efendimize ve pak nesline fevkalade hürmetkârdırlar. Düşünün, Medine-i Münevvere’den gelen evrakı ayakta karşılar, ses yapmasın diye keçe yayarlar raylara.
Saadat zamanla dünyanın dört bir yanına yayılır. Mağrip’ten, Kafkasya’ya, Yemen’den, Horasan’a…
Osmanlılar feyzlerinden bereketlerinden hissedar olmak için onları Anadolu’ya davet ederler. Ki şu anda dünyadaki seyyidlerin ve şeriflerin üçte ikisi Türkiye’dedir. Onların da kahir ekseri sanıldığı gibi Doğu ve Güneydoğu vilayetlerinde değil Orta Anadolu, Akdeniz, Karadeniz ve Marmara Bölgesi’ne yerleşir. En şanslı illerimiz Konya ve Niğde’dir.
Bu aileler tanınır bilinir. Sivasizadeler, Uşakizadeler, Seyyid Nizam evladları, Ankaraviler, Ayaşiler, Koneviler, Antalyaviler, Emetoğulları, Burseviler, Kuddisiler, Somuncuoğulları, Harputiler gibi… Ayrıca Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Bosna ve Karadağ’da da hayli Evlâd-ı Resûl yaşar.
Bugün değişik ülkelerde 30 bin civarında seyyid ve şerif olduğu sanılmaktadır ki, bunların %98’i Sünniler arasında bulunur.
Arabistan’daki şerifler geçtiğimiz asırda Vehhabilerin hücumlarına maruz kalır. Bu yüzden Suudi Arabistan’da çok azalır, onların da kayıtları İstanbul’dadır.
1924 yılında Saadat Nezareti kaldırılınca müteseyyidler artar, boşluğu değerlendirenler seyyidlik şeriflik iddiasında bulunurlar. Kim şeyh, kim dede, kim baba karışmaya başlar.